Bloğumun ilk konuğu Bahar Akçura,  Ankara’da doğdu. Anne ve babası da ressam ve kendini bildi bileli resim yapıyor. Yıllarca İngilizce öğrettikten sonra, şimdilerde çalışmalarına İstanbul’daki atölyesinde devam ediyor.

Go Adriana, go!

 Victoria’s Secret defileleri yeni mi gösteriliyordu yoksa daha mı sık gösteriliyordu o zaman bilmiyorum ama sürekli bu defileyi gördüğümüzü hatırlıyorum. İlik gibi, kayış gibi pırıltılı kızlar, kayış gibi ışıltılı bir mutluluğun tarifini yapıyordu. Yağımız olmamalıydı vücudumuzda, saçlarımız yele gibi olmalıydı, biz kırıtarak yürüdükçe o altın saçlarımız, o kuzgun saçlarımız yumuşacık bir yele gibi uçuşmalıydı. Kulis görüntülerini de izliyorduk: kızlar içerde bir ordu tarafından sırası gelene kadar hızla hazırlanıyor, bir süre sonra defileyi yönetenlerin sesini duyuyorduk: Go Adriana, go!

Adriana kameranın önünden, hala sağını solunu düzeltmeye çalışan ellerin arasından o gür, hayat dolu, parlak saçları sağa sola dalgalanarak bir rüzgar gibi hızla koşup kendini podyuma atıyordu. Spot ışıklarının, mutlu, başarılı, heyecan ve şehvet dolu o başdöndürücü dünyanın içine…

O yıl Victoria’s Secret defilelerinin ve kimbilir başka ne gibi koşturmaların bulutu arasında yaşarken, 31 Ocak günü, bir ultrason incelemesi sonrası doktor şüphelendiği için biyopsi yaptırdım. İçime içime bağırtarak boğazıma saplanan 18 iğnenin sonucunda, daha o iğnelerin akıttığı yaşlar kurumadan bana tiroid kanseri tanısı kondu. Korktum ağladım filan. Her şey ne kadar anlamsızdı. Aylarca iki işte çalışarak yaz için para biriktirmiş, gıdım gıdım, hesaplaya hesaplaya harcamıştım. Hepsi biyopsiye filan gitti. Ona da ayrı ağladım. Bir daha böyle biriktirmemeye karar verdim. 3 Şubat’ta ameliyat oldum. Tiroid bezimin tümünü aldılar. Acıklı bi şey yoktu orada. Ağlamadım.

Bahar Akçura
Bahar Akçura

Bir de radyasyon tedavisi alacaktım. Onu alabilmek içinse 1,5 ay boyunca bedenimdeki bütün tiroid hormonunun sıfırlanması ve vücuduma hiç iyot girmemesi gerekiyordu. Bunun için de çok sıkı bir diyet yapmam gerekiyordu. Anlayacağınız 1,5 ay boyunca içinde iyot olan hiç bir şey yemeden neredeyse kağıtla beslendim. Sadece yediğime değil, vücuduma değecek, girecek her şeye dikkat etmem gerekiyordu. Elimden ayağımdan dermanım çekildi, hafızam bir balığınkine dönüştü, tiroidsizlikten zayıflayan saçlarımı boyayamadım, kilo aldım.

Otoportre
Otoportre

Radyasyon Tedavisi

Nisan ayının kimbilir hangi günü radyasyon tedavisi için, sadece filmlerde kalmış olabileceğini sanacağımız bir hastanenin ilgili kısmına gittik. Radyasyonu aldıktan sonra bir gece orada kalıp, radyasyonun tükürük bezlerinde birikmesini önlemek için gece boyunca sürekli limon, şeker yeyip, durmadan su içmek, hayatım boyunca en iğrendiğim şey olan aralıksız sakız çiğnemek zorundaydım. Hayatım boyunca nefret etmiş, iğrenmiştim sakızdan. Bir hafta boyunca ağlaya ağlaya çiğnedim. Radyasyon vücuttan çıksın diye mümkün olduğu kadar sık duş yapmak, idrara çıkmak da gerekiyordu. Yüzümde, bir insanın bir gecede neye dönüşebildiğini ertesi gün bana gösterecek olan şişler olacaktı. Nazi toplama kampından kalmış ya da eski tımarhanelerle ilgili filmlerde gördüğümüz odalar gibi bir oda verdiler bana.

Bahar Akçura
Bahar Akçura

 

Bahar Akçura'nın otoportresi
Bahar Akçura’nın otoportresi

Bahar Akçura

Kapısından kalın duvarlı bi koridorla erişilen, yerin altında, karanlık, 3 florasanından ancak biri, o da yanıp sönerek çalışan, ortasında eski bir metal yatak, başucunda eski metal bir komodin olan bir oda. Yatağın karşısında, yarısı toprak yüzeyinin altında, sadece bir kanadından soluk bir ışık giren bir pencere, pencerenin üç tarafında kalın duvarlardan yapılmış bir dehliz, pencerenin önünde yani tavana yakın eski tip, çizgi çizgi gösteren ve sadece 3 kanal alan bir televizyon (Sonra sabaha kadar Muhsin Yazıcıoğlu’nun düşen helikopteriyle ilgili haberleri izleyecektim o televizyondan, odanın kasveti katlanıp ağır bir örtü gibi üstüme yığılacaktı). Bir inşaatta bitirilmeden yarım bırakılmış gibi duran bir duş ve tuvalet.

bahar-akcura-7

 

Otoportre
Otoportre

Yanımda getirdiğim, ve kullandıktan sonra hemen atmayı planladığım, kendimin ve arkadaşlarımın eskilerinden oluşan giysileri, eski çarşaf ve havluları tam yerleştirmiştim ki beni ve gece boyunca asla birbirimize yaklaşmamamız gereken diğer üç hastayı bölümün ortasındaki ilaç kısmına çağırdılar. Üzerinde koruyucu giysiler olan bir doktor/hastabakıcı?, ilacı özel bi aletle ağzımızın içine bırakacağını, verdikleri 1/4 bardak suyla içer içmez odamıza koşmamızı söyledi. Soyadım hep A ile başladığından her zamanki gibi ilk beni çağırdı. Yanına gittim. Zaten dermansız dizlerim, kollarım, bütün vücudum titriyordu. Dolaptan koruma içindeki bi kutuyu, kutudan özel bir şırınga içindeki ilacı çıkardı, elime suyu tutuşturdu.

‘Aç ağzını’
‘Trak’

İşte radyasyonu yuttum ! Vücudumda radyasyon var! Herkesin kaçtığı radyasyon! İçimde!

‘Koş’

Koşuyorum, odaya doğru, zayıflamış çalı gibi tel tel saçlarım sağa sola savruluyor ve tek bir şey duyuyorum:

‘Go Adriana, go!’

Bahar Akçura’yı twitter ve instagram hesaplarından da takip edebilirsiniz.

Yazının devamı için 

2 Yorum

  1. yaziyi okudum.. kendimi duvara carpmis gibi hissediyorum.. ne desem bilemiyorum.. umarim iyisinizdirAdriana tum kalbimle

Yorum Bırakın