Şili’deki Atacama Çölü’nden başlayıp, Uyuni Tuz Gölü boyunca devam ettiğimiz, Bolivya’nın Uyuni kasabasında sona eren 3 günlük zorlu safari için ilk olarak San Pedro de Atacama şehrine ulaşıyorum. Şili’nin başkenti Santiago’dan 20 saat süren, uzun bir otobüs yolculuğundan sonra hostelime yerleşiyorum. San Pedro de Atacama küçük bir kasaba olsa da bayağı kalabalık. Birkaç restoran ve market, sevimli evlerin, hostellerin arasından geçen birkaç kilometrelik ana caddeden oluşuyor. Sokaklar genellikle Atacama Çölü’nü görmeye gelmiş ya da Bolivya yönünde seyahat eden sırtçantalılarla dolu. Bu yazımda size 3 günlük Atacama, Uyuni safarisi hakkında bilgi verip, aldığım gezi notları ile yaşadıklarımı anlatmaya çalışacağım.
Uyuni Gezisi
Atacama Çölü, 1971 yılına kadar hiç yağmur görmemiş ve bu özelliği Atacama’yı dünyanın en kurak yeri yapıyor. (Ben, Atacama’dan ayrıldıktan birkaç hafta sonra Atacama Çölü’nde yaşanan sel felaketinden bahsetmiyorum tabii ki ) Yeryüzü şekillerinin aya benzemesinden dolayı Nasa uzay çalışmalarının bir kısmını burada yapıyor. San Pedro kasabası yakınlarındaki vadinin ismi de aya benzerliğinden dolayı “Valle de la Luna” yani “Ay Vadisi.
Atacama Çölü Gezi Notları
Safari’ye gideceğimden dolayı tam 1 günüm var ve bu 1 günde Atacama Çölü’ndeki Ay Vadisi’ni gezmeye karar veriyorum. Sabahtan yola çıkıyorum. Hiçbir canlının yaşamadığı çöl, o ana kadar gördüğüm her yerden çok farklı. Sonsuz gibi gözüken çölde, kum tepelerini aşıyoruz, tuz havzalarından geçiyoruz ve Ay Vadisi’ne ulaşıyoruz. Ay Vadisi’nde ufak tırmanış yapıp, vadiye tepeden bakıyoruz. Zamanlamamız mükemmel. Biz tepeye çıktığımızda güneş batmaya başlıyor ve güneşin batışını izlemeye gelmiş onlarca kişiyle beraber bu müthiş ana şahit oluyoruz. Ay Vadisi’nde güneş her yerden farklı batıyor.
Atacama Çölü’nden sabah 5’te yola çıktıktan birkaç saat sonra dağlardaki sevimli Bolivya sınırına (Hito Cajon) ulaşıyoruz. Sınırdaki polis, her ne kadar Türklerin vizeye tabi olduğunu iddia etse de sonunda ben kazanıyorum ve yolumuza devam ediyoruz.
Cipimizde 3 Fransız genç, Şilili bir çift, bir de Bolivyalı şoförümüz var. Benim dj’liğimde Müzeyyen Senar dinleyerek heyecanla uçsuz bucaksız çöllerde yol alıyoruz. İlk gün boraks maddesinin beyaz renk verdiği Laguna Blanca (Beyaz Göl), Laguna Colorada, Pabellen Volkanı, Laguna Verde (yeşil göl), Licancabur Volkanı’nı geziyoruz. Sol de Manana’da (Sabah Güneşi) gayzerlerin (kesintili bir biçimde sıcak su ya da sıcak buhar fışkırtan, kükürt yayan kaynarca) dansını dayanılmaz kükürt kokuları içinde izliyoruz. The Fall filminin de çekildiği eşi benzeri olmayan coğrafyada kırmızı, turkuaz, beyaz göller, daha önce hiç görmediğim rengarenk volkanlar, tepeler arasında seyahat ediyoruz.
Yükseklik Hastalığı
Bu safariyi 2 yönden yapabiliyorsunuz. Bolivya’dan başlayıp Şili’de bitirebiliyorsunuz ya da Şili’den başlayıp Bolivya’da bitiyor. Bolivya’da başlayanlar zaten ülkenin en yüksek şehirleri 3000-5000 metre yükseklikte olduğu için, alışıp gayet rahat bir şekilde yapıyorlar bu geziyi ama bizde durum biraz daha farklı gelişiyor. Çıkış yaptığımız San Pedro de Atacama kasabası yaklaşık 2400 metrede ve biz 1 günde ciple 5000 metreye kadar çıkıp oradaki bir otelde konaklıyoruz. Normalde dağcıların yükseklik hastalığına yakalanmamak için 1 haftada alışa alışa çıktıkları mesafeye 6-7 saat içinde ulaşıyoruz.
Yükseklik Hastalığı, yüksek irtifa ve rakımlarda oksijen yetersizliğine bağlı olarak görülüyor. 3000 metre üzerinde kendini gösteriyor. Bolivyalılar olayı çözmüşler ve bu sorun için kokainin ham maddesi olan koka yaprağı çiğniyorlar. Biz ne kadar çiğnesek de bir işe yaramıyor. 5000 metredeki camları kırık, izbe otelimize ulaşıyoruz ama hava bozuyor. Fırtınadan kendimizi içeri zor atıyoruz ve içeri girer girmez kusmaya başlıyor insanlar. Patagonya’daki tırmanışlardan alışık olmama rağmen yere yığılıyorum, nefes almakta güçlük çekiyorum. Devamlı kusuyoruz ve herkes yataklarına yapışıyor. Savaş yerine dönüyor odalar. Aslında San Pedro şehrindeki tüm eczanelere bakmama rağmen bir türlü bulamadığım yükseklik ilacı olsa pek sorun olmayacaktı. Görünüşe göre hiç kimse bulamamış zaten. Eğer bir gün Bolivya ya da Peru’ya gidecek olursanız kesinlikle Türkiye’de yükseklik hastalığı’na karşı ilacınızı alın öyle gidin.
İkinci gün üzerimde tonlarca ağırlık varmış gibi uyanıyorum. İnlemeler arasında yarım yamalak uyuduktan sonra yolumuza devam ediyoruz. Şoföre, “lütfen daha yükseğe çıkmayalım” diye yalvarıyoruz ve zaten yavaş yavaş 4000 metrelere iniyoruz. Siloli Çölü’ndeki birbirinden değişik kaya oluşumları arasında ilk olarak Laguna Hedionda’ya geliyoruz. Burada yüzlerce flamingo var ve dokunacak kadar yakınlarına gitmek mümkün. Gitmemiş olup da bana Hedionda Gölü’nün fotoğraflarını gösterseler, muhtemelen ya yağlı boya tablo sanırım ya da üzerinde bayağı oynanmış bir fotoğraf derim. Bizim bildiğimiz dünyanın dışından görüntüler sanki.
Salvador Dali Çölü
Hedionda Gölü’nden sonra Desierto Salvador Dali’ye yani Salvador Dali Çölü’ne ulaşıyoruz. Buradaki kaya oluşumları Salvador Dali’nin eserlerini çağrıştırdığı için buraya “Dali Çölü” ismi verilmiş. Buradan yolu geçen gezginlerin olmazsa olmazı, ilginç bir yer. Fransız arkadaşlarla kayalara tırmanıp etrafı izliyoruz, uçsuz bucaksız çöl ve kıpkırmızı tepelere bakarak sohbet ediyoruz. Salvador Dali Çölü, denizden 4750 metre yükseklikte.
Buradan sonra, Salar de Uyuni yönünde devam ediyoruz. Birkaç saat sonra terk edilmiş, hayalet bir kasabaya ulaşıyoruz. Artık kullanılmayan tren yolu kenarında, zamanında madencilik yapılan bir kasaba. İnsanlar terk edip gitmişler. Kasabanın mezarlığı bile var. Muhtemelen yıllardır hiç kimsenin uğramadığı.
Salar de Uyuni Gezisi
Tek bir ağaç bile görmeden sonunda akşam yemeği için Uyuni Tuz Gölü kenarındaki küçük bir köye (San Juan) ulaşıyoruz. Akşam yemeğimiz “lama eti”. Bu yükseklikte sadece lama yaşayabiliyor. Lamalar da develer gibi çok az su ile yaşayıp, tuz ile beslenebiliyor. Bu seferki otel, görece daha iyi ve tuzdan yapılmış. Evet, yanlış duymadınız duvarlar, tavan, yer, masa, yatak, sandalye, neredeyse her şey tuzdan yapılmış. Daha alçakta olan bu otelde 3 saat uyuyup sabah 3.30’da uyanıyoruz.
Üçüncü günde, gündoğumu için Uyuni Tuz Gölü’ne gidiyoruz. Salar de Uyuni, toplam 10.582 km² alanıyla dünyanın en büyük tuz gölü. (Türkiye’deki Tuz Gölü’nün 1500 km² olduğunu düşünürseniz Salar de Uyuni’nin ne kadar büyük olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz.) Ayrıca 3.656 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksekteki tuz göllerinden bir tanesi. Bölgenin yerli halkı Aymara’ların efsanelerine göre; Uyuni Tuz Gölü’nü çevreleyen Tunupa, Kusku ve Kusina, dev insanlarmış. Tunupa, Kusku ile evlenmiş fakat Kusku onu aldatıp Kusina ile kaçmış. Efsane ne kadar doğrudur bilinmez ama Salar de Uyuni, muhteşem coğrafyasıyla hepimizi hayran bırakıyor.
Güneş yavaş yavaş sonsuz düzlükte yükselmeye başlıyor ve biz de Incahuasi Adası’na doğru yol alıyoruz. Tuz Gölü üzerinde boşlukta uçar gibi giderken birden karşımıza üzeri kaktüslerle kaplı Incahuasi Adası çıkıyor. Bu sebeple buraya “Kaktüs Adası” da deniyor. Burada yaklaşık 4 saat kalıp adanın en yüksek noktasına tırmanıyoruz.
Uyuni Kasabası
Bu arada Uyuni kasabasından Dakar Rallisi başlayacağı için bölgenin askerler tarafından kapatıldığını ve son safarinin bizimkisi olduğunu öğreniyoruz. Eğer Atacama’da bir gün daha bekleyecek olsaydım birkaç günlüğüne San Pedro şehrinde beklemek zorunda kalacaktım. Plansız, programsız gezmenin böyle zararları oluyor ama genelde şanslıyım bu konuda. Son olarak Dakar Rallisi başlangıç noktası ve şimdilerde turistik olan eski bir tren mezarlığını ziyaret ediyoruz. Ardından Fransızlarla beni bırakacakları Uyuni kasabasına doğru yol alarak 3 günlük geziye son veriyoruz.
Uyuni kasabasında renk cümbüşü içinde herkes şarkılar söyleyip, dans ediyor. Bolivya dağlarında geçen 3 günden sonra rengarenk giysileriyle gezen Bolivyalılara hayranlıkla bakıyorum. Her yer fotoğraf ama benim kalacak yer bulmam lazım. Tüm Bolivya, Dakar Rallisi’nin başlangıcı için buraya akmış. Bolivya başkanı Evo Morales bile kasabada. Hem onu görmek hem de bu karnavalın tadını çıkarmak için mükemmel zamanlama ama nereye gitsem otel yok. Çadır vs bile olur diyorum ama imkansız. Birkaç saatlik uğraştan sonra vazgeçiyorum ama nereye gideceğime dair en ufak bir fikrim bile yok.
Otobüs bileti satan küçük bir dükkan görüyorum ve içeri dalıyorum. Sadece 2 şehire yer var diyor, kadın. Potosi ve Sucre. Ben daha büyük olan Sucre şehrini seçiyorum ve otobüs hemen kalkıyor. Fransızlar da benimle geliyor. Kadının 7 saat dediği Sucre, tam 13 saat sürüyor! Yol üstünde dünyanın en yüksek şehirlerinden bir tanesi olan Potosi’de 3 saat bekliyoruz. Fransız arkadaşlardan Jean-Michel hafif bir baygınlık geçiriyor çünkü şehir 4800 metrede ve biz çok yorgunuz. Otobüste yanıma Amerikalı bir kız oturuyor, sadece 19 yaşında ve dünyanın yarısını gezmiş. Hayranlıkla yol boyunca anlattıklarını dinliyorum. 13 saatin sonunda sabaha karşı Sucre’ye ulaşıyorum ve bir hostel bulup deliksiz bir uyku çekiyorum.
6 Yorum
Okurken cok keyif aldim
çok teşekkürler 🙂
teşekkürler 🙂
Arkadaşımın bana gönderdiği bir videoda gördüm, duydum adını, Salar de Uyuni. Muhteşem bir güzellikti. Onun için merakla, heyecanla okudum gezi yazınızı… Çok teşekkür ediyorum. Emeğinize sağlık. Sevgilerimle.
Ayşe Kaygusuz Şimşek
Beşiktaşımızın şampiyonluğunu kutla @thecatay
tmm.