Omo Vadisi içinde yaşayan kabilelerle, eko sistemiyle dünyanın en ilginç bölgelerinden bir tanesi. Etiyopya’nın güneybatısında bulunan Omo Vadisi genelinde 7 ana kabile olmak üzere yaklaşık 50 kabile ve bu kabilelerin üyesi 250.000 kişi yaşıyor. Tüm bu kabileler temiz su, elektrik, sağlık hizmetleri gibi basit ihtiyaçlardan yoksun yaşıyorlar. Büyük Rift Vadisi’nin ortasından geçen ve Turkana Gölü’ne dökülen Omo Nehri bölgeye hayat veriyor.
Omo Vadisi
Tarihin başından beri bu topraklarda yaşayan bu benzersiz kabileler bugünlerde büyük bir tehlike ile karşı karşıya. Son yıllarda Omo Nehri’ne yapılmaya başlanan Afrika’nın en büyük hidroelektrik barajı Gibe III tüm Omo Vadisi’ndeki yaşamı tehdit ediyor. Omo Nehri’ni ve çevresini sonsuza kadar değiştirecek olan baraj şimdiden birçok insanı evinden etmiş durumda. Dev barajı doldurmak için kuruyan nehirler ve değişen çevre ile başlayan kuraklık yavaş yavaş bu bölgenin de sonunu getiriyor. İnsanlar açlık çekiyor ve başka bölgelere göç etmek zorunda kalıyor.
Omo Vadisi dev bir müze gibi. Yok olmaya yüz tutmuş, dünya üzerinde artık görme imkanınız olmayan sözde medeniyetten uzakta yaşayan insanları görme şansına sahip olduğunuz son yerlerden bir tanesi belki de sonuncusu. Peki Omo Vadisi’ne nasıl gidilir? Nerelerde kalınır? Gerçekten bu bizim zamanımızdan uzakta yaşayan pek de bilinmeyen kabilelere gitmek tehlikeli midir? Bu yazımda size size Omo Vadisi’nin nasıl bir yer olduğunu ve nasıl gidebileceğinizi kısaca özetlemeye çalışacağım.
Aslında Etiyopya’da seyahat etmek pek de tehlikeli değil. Tabii benim normalde yaptığım gibi birçok kabileye “aman ben sırtçantamı alırım da giderim, ne olacak?” şeklinde gidemiyorsunuz. Aslında gitmeniz mümkün ama gerçekten çok zorlu ve birçok kabileye ulaşmak neredeyse imkansız.
En başa İstanbul’a dönelim. Etiyopya vizesi için Ankara’ya gitmeniz gerekiyor. Ben Ankara’ya gideceğime 40 dolar kadar bir para verip acenta vasıtasıyla vizeyi alıyorum. Vize için çok bir evrak gerekmiyor ama 1 hafta öncesinden vermeniz gerekiyor. Vizenin geldiği gün bileti alıyorum ve hiç plan yapmadan başkent Addis Ababa‘ya uçuyorum. Zaten son birkaç senedir biletleri hep son dakikada aldığımdan bu gelenek yine değişmiyor.
Addis Ababa
Addis Ababa’ya iniyorum. Bu aynı zamanda Afrika topraklarına ilk ayak basışım. Taksi tutup internetten aldığım hostele yerleşiyorum. Yolda tanıştığım İspanyol bir çift de benimle aynı yerde kalıyorlarmış onlarla taksiyi paylaşıyorum. Bu İspanyol çift aylardır bu seyahate hazırlanıyorlarmış. En ucuz oteli de Omo Vadisi’ne hangi acentanın en ucuza götüreceğini daha yolda onlardan öğreniyorum. Rota çizmeyecek kadar tembelim ama her zaman planlı programlı birilerine rastlıyorum ve bu fırsatları kaçırmıyorum. Evet, sınav öncesi diğer öğrencilerden not isteyen tembel öğrenci benim. Bazı arkadaşlarım da benim gittiğim yerlere gidip bilgileri benden alıyorlar ya da siz bu bloğu okurken bu bilgileri alacaksınız. Böyle bir bilgi dolaşımı var yıllardır. 🙂
Addis’teki hostelime ulaşıyorum. Pek turist yok. Yabancıların kaldığı görece daha güvenli olan bir bölgede kalıyorum ama sokaklarda doğru dürüst ışık bile yok. Çukurlara düşmemeyi umarak sokaklarda dolaşıyorum. Addis’i başka bir yazıya bırakarak Omo Vadisi’ne ışınlıyorum sizi.
Acentada uzun pazarlıklar sonrası Omo Vadisi’ne doğru son model bir ciple yola çıkıyoruz. Benimle birlikte seyahat edecek Amerikalı çift son anda karar değiştirip uçakla gitmeye karar vermişler. Oh ne güzel tüm cip benim. Ben ve şoförüm vuruyoruz yollara, güneye Arba Minch şehrine.
Arba Minch
Önümüze çıkan keçilere ve çocuklara rağmen 7 saat sürüyor yolculuk. Etiyopya’da her yerden keçi ve çocuk fırlıyor. Arba Minch, Omo Vadisi yakınlarındaki en büyük şehir. Şehir dediğime bakmayın küçük bir kasaba. Buraya acentasız gelmediğime seviniyorum çünkü Arba Minch’te ne acenta ne de beni kabilelere götürebilecek başka bir yer var. Öyle Asya ya da Güney Amerika’da elini kolunu sallayarak seyahat etmeye benzemiyor.
İlk olarak lüks bir otele giriyoruz. Yüksekte bir otel, aşağıda ise brokoliye benzeyen dev bir orman var. Manzara gerçekten şahane, bahçesinde yaban domuzları dolaşıyor. Sömürge dönemine benzeyen bir otel, garsonlar, akşam zengin turistler için bekleyen Etiyopyalı hayat kadınları. Sanki Out of Africa filminde gibiyim, Meryl Streep ve Robert Redford mum ışığında köşede romantik bir akşam yemeği yiyor.
Chamo Gölü
Sabah uyanıyoruz. Bizim Amerikalılar da gelmiş hemen yola koyuluyoruz. İlk olarak Arba Minch’in yakınlarındaki Chamo Gölü’ne gidiyoruz. Burada hippopotamlar ve timsahlar var. Üzerinde yüzlerce sarı renkte kuşun olduğu bir ağacın yanındaki iskeleden kayığa binip birkaç saat bu gölde dolaşıyoruz.
Hippoları, timsahları görüp yine Arba Minch yakınlarındaki Konso Kabilesi‘ne gidiyoruz. Konso Kabilesi duvarlarla örülü bir gecekondu mahallesi gibi bir yerde yaşıyorlar. Şehrin dışında ama şehirden ayrı yaşamıyorlar. Yavaş yavaş modern yaşama geçiyor gibiler. Gecekondunun içinde küçük meydanlar var. Bir meydanda büyükçe bir taş var. Yaşlı rehberimiz bana taşı gösteriyor. (Bu arada her kabilede o kabileyi tanıyan bir rehber katılıyor bize. Ayrıca şoförümüz ve bir de Gashaw isminde İngilizce bilen rehberimiz var.) Taşı kaldırıp kafamdan arkaya atabilirsem evlenebileceğimi söylüyor. Uzun uğraşlar ve bel fıtığıma rağmen kaldırıp atıyorum taşı. 🙂
Etiyopya Kabileleri
İlk kabileden sonra sözde medeniyetten yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyoruz. Zaten kötü olan yollar artık sadece toprak yola dönüyor. Yol üstünde Banna Kabilesi’nden iki çocuk görüyoruz. Çubuklar üzerinde durmuşlar bir çeşit oyun oynuyorlar. Fotoğraflarını çekince benden tişörtümü istiyor ben de veriyorum. Beyaz benden daha çok yakışıyor Banna kardeşime. 🙂
Uzun bir yolculuktan sonra küçük bir kasaba olan Jinka kasabasına geliyoruz. Hava kararmak üzere ama Amerikalı arkadaşlarla kasabayı keşfetmeye çıkıyoruz. Tabii sokağa adım atar atmaz dev bir çocuk çetesi peşimize takılıyor. Burada bir parantez açıp inanılmaz bir çocuktan bahsetmek istiyorum. Çocukların arasından 7-8 yaşında olan bir tanesi gayet iyi bir İngilizceyle bize rehberlik etmeye başlıyor. Bakın burası turistik bir yer değil. 2 tane küçük motel tarzı birkaç odalı yer var kalabileceğiniz ve kasabadaki tek turist biziz. Bu küçük arkadaş arada sırada kasabaya düşen turistlerden İngilizce öğrenmiş ve bize rehberlik etmeye başlıyor. Pazar yerine götürüyor bizi, zaten küçük olan kasabayı bize dolaştırıyor. Önde bu arkada 50 kadar Etiyopyalı çocukla. Sonunda bu üstün hizmetlerinden dolayı bakkaldan top alıyoruz bu minik arkadaşımıza. Sevinçten hemen oracıkta futbol maçına başlıyorlar.
Sabah erkenden Jinka’dan ayrılıyoruz. Artık medeniyetten o kadar uzaktayız ki geçtiğimiz köylerde kimse kıyafet bile giymiyor. Herkes çıplak, rehberlerimizin bile dillerini bilmediği animist insanların topraklarındayız. Bu topraklardan bereket fışkırıyor. Her yer yeşil, dereler akıyor, her yer meyve, insanlar çok mutlu gözüküyor.
Mursi Kabilesi
Bir süre yükseklere çıkıyoruz, sağda solda ellerinde kalaşnikoflarla yürüyen sığır çobanları görüyoruz. Termit yuvaları küçük gökdelenler gibi yolumuzun üstüne çıkıyor. İlk defa görüyorum bu termit yuvalarını. Birkaç saat daha hiçlikte sürdükten sonra büyükçe bir köy çıkıyor karşımıza. Mursi Köyü.
Mursi Kabilesi agresif bir kabile. Kadınların, erkeklerin elinde kalaşnikoflar var. Köy tam bir pislik içinde. Her yer bok ve sinek. 50 derece sıcakta pis kokular içinde fotoğraf çekmeye çalışıyoruz. Devamlı para isteyen, devamlı dokunan, peşinizden ayrılmayan bir insan sürüsü. Hayatımda bu kadar pis bir insan topluluğuyla ilk defa karşılaşıyorum. Hindistan’da bile böyle bir topluluk görmedim hiç. Hayvanlarıyla aynı evlerde yatıyorlar, her yer inek, keçi, koyun ve her yer hayvan dışkısı. Basmamanız imkansız 🙂 Amerikalı arkadaşlar bir süre sonra dayanamayıp kaçıyorlar ama ben küfür ede ede devam ediyorum. Ne kadar kötü gözükse de mutluyum çünkü çok ilginç. Bu kabilede kadınlar küçük yaştan itibaren dudaklarına delik açıp bir plaka yerleştiriyorlar. Yıllarca uğraşıp yavaş yavaş bu plakayı büyütüyorlar. Plaka ne kadar büyük olursa o kadar güzel olduklarına inanıyorlar. Estetik ve güzellik anlayışı dünyanın her yerinde farklılıklar gösteriyor ve ben bu farklılıkları seviyorum.
Agresif, saldırgan ve pis Mursilere veda ettikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Hedefimiz daha temiz olduklarını umduğumuz Hamar Kabilesi köyü. Saatlerce yol alıyoruz. İki kabile arasındaki mesafe büyük çünkü aralarında savaş olan kabileler bunlar. Kabileler arasında savaş iki sebeple çıkıyor. İlki sığır çalma, ikincisi ise kadın kaçırma. Bu konuyla ilgili duyduğum ilginç bir de hikaye var. Bosna savaşına 2 Etiyopyalı asker gidiyor gözlemci olarak. Adamlara hiçbir şekilde Sırpların Bosnalıları neden öldürdüğünü açıklayamıyorlar çünkü bu iki sebepten başkasını kafaları almıyor.
Hamar Kabilesi
O gece Hamar köyünün yakınlarında Turmi kasabasındaki küçük bir motelde kalıyoruz. Akşamında verandada arkadaşlarla sineklerin izin verdiği kadar güzel bir sohbet ediyoruz. Alana ve Craig, Los Angeles’te yaşayan iki fizik mühendisi. Ayrıca yemek üzerine blogları var. Craig saatlerce Etiyopya teff buğdayını, injera ekmeğini ve Etiyopya mutfağını anlatıyor bize. Afrika’da dolaşmanın en keyifli yanı karşınıza dolu dolu insanlar çıkıyor hep. Tayland’da ya da Goa’da karşınıza çıkacak alkolik tipler gelemiyor Afrika’ya. Sebebi de hem Afrika’nın çok ucuz olmaması hem de hostel vs bulunmaması. Bu yeni dostlarımdan birçok şey öğreniyorum. Ben de onlara Türkiye’yi anlatıyorum ve bir gün beni ziyaret etmeye ikna ediyorum. Onların eşlik etmesiyle seyahat çok daha eğlenceli bir hal alıyor benim için.
Bu arada belirtmekte fayda var; Etiyopya’daki birçok şehir 1500 metreden yüksekte olduğu için sıtma tehlikesi yok (Anofel 1500 metreden yüksekte yaşayamıyor.) ama güneyde ve Omo Vadisinde sıtma tehlikesi bulunuyor. Bunun için seyahatten bir gün önce Tetradox isimli antibiyotiği kullanmaya başladım ben. Karaköy’deki seyahat sağlık merkezinde Afrika için gereken sarı humma ve tifo aşılarını olabilir ve sıtma tedavisi için doktorlara danışabilirsiniz. Tüm bu hizmetler ücretsiz veriliyor. Turmi’de kaldığımız tek gecede bir şey feci şekilde birçok yerimden ısırıyor beni ama çözemiyoruz ne olduğunu. Görüntü kötü ama ölmüyorum da. Şimdilik bu yeterli diye yola devam ediyoruz. 🙂
Hamar Kadınları
Sabah Hamar köyünde hazırız. Hamar köyü tertemiz. Köyün erkekleri bir köşede oturmuş sohbet edip gat (bu bölgede ve Arap Yarımadası’nda kullanılan bir tür uyuşturucu) çiğniyor. Kadınlar da kendi aralarında eğleniyorlar. Hamar kadınları için dünyanın en güzel kadınları diyorlardı, gerçekten de çok güzelller. Saçlarını kille kaplıyorlar ve hiç yıkamıyorlar. Etiyopya’dan sonra Afrika’da hangi ülkeye gitsem Etiyopya kadınının efsanevi güzelliğinden bahsediyorlar. Güzeller mi karar sizin ama kesinlikle çok zarifler.
Rehberimiz Gashaw kızlarla flört ediyor ama sonra bana yaklaşıp “Hiç şansım yok.” diyor. Sebebi de ayrık olan ön dişleriymiş. Hamarlar ayrık dişin şeytani, uğursuz bir şey olduğunu kabul ediyorlarmış. Sana iyi bir diş hekimi tavsiye ederdim de biraz uzak. 🙂
Hamarlarla gülüp eğlendikten, bol bol fotoğraf çektikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Bu sefer en Güneye, Etiyopya’nın Kenya ve Güney Sudan sınırına ineceğiz. Aşağı Omo Vadisi ve Dassanach Kabilesi.
Dassanach Kabilesi
Dassanachlar için bayağı bir yol gidiyoruz. İklim değişiyor Akdeniz olmasa da çölleşiyor sonra fındık dalları gibi yeniden yeşilleniyor (Tek cümlede Türk pop tarihini özet geçtim.) Sınır gibi bir yere geliyoruz, askerler arabayı durduruyor ve bizi bir kulübede bekletmeye başlıyorlar. Şişman, somurtkan bir amca geliyor aynı filmlerdeki gibi terliyor, sinekler konuyor yüzüne falan. Pasaportlarımızı uzunca bir süre inceleyip, isimlerimizi alıyor. Amerikalı görmeye alışmış da ilk defa Türk görüyorum diyor. Ulan diyorum şimdi başımıza bela alacağız, adam direkt rüşvet isteyen Afrikalı prototipine uyuyor ama istemiyor. Bu seferlik yırtıyoruz ve yolumuza devam ediyoruz.
Dassanachlar Omo Nehri‘nin kıyısında yaşıyor. Bu bölge capcanlı. Her yer insan. Etrafımızda balıkçılar var avladıkları dev balıkları görüyoruz. Barajın yapılmasıyla tarihin başından beri süregelen bu düzen bozulacak ve bu insanlar onbinlerce yıldır yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalacaklar. Ne kadar üzücü onu düşünüyorum.
Omo Nehri
Dassanachlara ulaşmak için başta kayıklarla geniş nehri geçiyoruz. 15-20 dakikalık bir yürüyüşten sonra uçsuz bucaksız bir ovanın üzerinde Dassanachların köyü gözüküyor. Düzlük o kadar büyük ki önümüzde güneyde Kenya’yı, doğuda da Güney Sudan’ı görebiliyoruz.
Dassanachlar çok kalabalık. Aman Allahım daha köye girer girmez onlarca çocuk etrafımızı sarıyor. Hava çok sıcak, Mursiler kadar olmasalar da bunlar da bayağı pis. Pis derken öyle bizim bildiğimiz bir pislik konsepti değil bu. Şöyle anlatayım; ellerini, ayaklarını hayvanların idrarıyla yıkıyorlar ama en azından Mursiler gibi hayvanlarla uyumuyorlar.
Kabilelerin tümünde fotoğraf çekmek için fotoğrafını çektiğiniz kişi fotoğraf başına küçük miktarda bir para istiyor. 1 birr (etiyopya para birimi) ile 5 birr arası değişiyor. Tabii işin içine para girince kaotik bir ortam oluşuyor ve fotoğraf çekmek neredeyse imkansızlaşıyor. Devamlı dokunan, fotoğrafının çekilmesini isteyen yüzlerce kabile üyesi. Sıcağı ve kokuyu da ekleyelim. Gerçekten zorlu bir iş ama. Fotoğraf olayının küçük bir hilesi var tabii. Rehberimiz öğretiyor bu işi. Fotoğraf makinesinin nasıl işlediğini bilmediklerinden kaç fotoğraf çektiğinizi anlamıyorlar. Fotoğraf makinesini aşağı indirirseniz taksimetre yeniden yazmaya başlıyor. Makineyi aşağı indirmediğiniz sürece istediğiniz kadar fotoğraf çekebiliyorsunuz. Deklanşör sesinden kaç fotoğraf çektiğinizi anlamıyorlar.
Omo Vadisi ve Kabileleri
Amerikalı dostlarım 15 dakika içinde vazgeçip kaçıyorlar. Uzaktan izliyorlar. Ben bir saatten fazla süre kalıyorum ama sonunda direncim kırılıyor ve ben de kaçıyorum. Omo Nehri’ne kadar arkamda yüzlerce çocuk, fareli köyün kavalcısı gibi beraber yürüyoruz. Afrika’nın çamur rengi nehrinde yüzen gençleri görüyoruz. Hiç kimse elbise giymiyor, elbise giyilmesi gerektiğini de düşünmüyorlar. Estetik kaygılar farklı, dünya görüşü farklı. Bizim dünyamızdan çok daha farklı bir dünya ve ben onları bu şekilde kabul ediyorum. Aslında bu şekilde düşünmeyi Hindistan’da öğreniyorsunuz, birkaç gün eleştirdikten sonra kabul etmeye başlıyorsunuz. İşin eğlenceli kısmı da burada aslında. Onları değiştiremeyeceğimize göre yaşayış biçimlerini izleyip akıntıya uyum sağlamak en güzeli.
Omo Vadisi’nin güneyinden kuzeye doğru geri dönmeye başlıyoruz. Ormanların içinden Dorze Kabilesi‘nin yaşadığı dağlara, tüm kabilelerin buluştuğu Key Afar marketine ve oradan da rastafarilerin kutsal şehri Shashamane’ye gideceğiz. Awassa Gölü, eski mezarlıklar ve prehistorik kazı alanları da yolumuzun üstünde. Sizleri daha fazla sıkmadan tüm bunları Omo Vadisi hakkındaki ikinci yazıya bırakıp şimdilik veda ediyorum.
Bir dahaki yazıya kadar Meksika’da yaşayan Avrupalı bir topluluk olan Mennonitler hakkındaki yazıma göz atabilirsiniz. 🙂
1 Yorum
efsane bir yazı Fatih abi. saygılar